14 Mayıs 2015 Perşembe

Metroda 14 dakika

Dün akşam da her çarşamba olduğu gibi ofisten çıkıp metroya yürüdüm. Havanın bir nevi sıcak olması okulu biraz daha gidilebilir kılıyor. Tabii ki sadece “gitmek” eylemini. Yoksa kim ister ki havanın aydınlık yüzünü daha çok gösterdiği günlerde bir sınıfa tıkılıp bir şeyler dinlemek zorunda olmayı.

Asıl anlatmak istediğim ise bu değil, elbet.

Metroya yürüdüm. (Metrodan hoşlanmadığımı itiraf etmek zorundayım biraz sonra yazacaklarıma ithafen.) Dıı-rı. Turnikeden geçtim. Yürüyen merdivenleri beklemeden indim. Her zamanki gibi en son vagona bindim. Her zamanki gibi kapıya yakın olan tarafta durdum. Vagonun diğer ucunda bir adam bir şeyler söylemeye başladı. Ne dediğini biz, adama göre diğer uçtakiler, duyamıyorduk; ama sesinde birilerine bir şeyleri izah etmeye çalışan bir ton vardı. Sokaklarda bildiri dağıtanların ses tonunu duymaya çalışın. Heh işte, öyle. Dediğim gibi, ne dediğini duyamadım. Duymayı isterdim, ama buna hem insanların kendi aralarında konuşmasının yarattığı gürültü ve metronun o iğrenç uğultusu engel oluyordu. Bir de sanki çalışıyormuş gibi havalandırmanın sesi de buna eklenmişti.

Bizim taraftakiler – yanımda liseli çocuklar vardı – endişeli bir şekilde “n’oluyor yaa,” demeye başladılar. Bir anda herkesten cevaplarını bilmedikleri sorular yükseldi ve seslerindeki korku, adamın sesinin aksine, açık bir şekilde duyulabiliyordu.

“İnsek mi?” “Hiç normal değil bu abi, inelim.” “Bir cenabetlik var bunda.” “Ne diyor ki?” “Kim bu yaa!”

İtiraf etmeliyim ki bir an ben de durup düşündüm. “İnmeli misin Dilara?” Bir süre aklım bu soruyla meşgul oldu. Her 2 dakikada bir. (Duraklar arası 2 dakika) 

“İnmeli misin Dilara?”

Adamdan korkup (kendisini göremedik bile) inenler oldu mu bilmiyorum, ama ben kaldım. Şu an bunları yazabildiğime göre, hiçbir şey olmadığını anlamışsınızdır.

O adam her ne diyorsa, bir şeyler anlatmaya çalıştığı çok açıktı. Bu sanki bilmediğiniz bir dilde bir konuşma dinleyip etkilenmeniz gibi bir şey. Etkili bir sesi vardı. Ne anlatıyordun acaba? Fakat, bizler (“millet olarak” demek istemem ama hani öyle denir ya) gün geçtikçe daha çok paranoyaklaştığımızı bir kere daha ortaya çıkardık, sanırım. Üzüldüm. İnip inmemekte kararsız kalanlar, hatta inenler belki de haklıydılar. Haklı olduklarını düşünmek bile üzdü beni. Güvensizlik ileri boyutlara ulaştığında günlük hayatında yaptığın aktiviteler bile sekteye uğramaya başlıyor ve belki de böylece yok oluyorsun yavaş yavaş, yok oluyoruz hep birlikte.


Belki de adam sadece “Lütfen yürüyen merdivenlerin sol tarafında beklemeyin,” diyordu. Kim bilir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder