Dün akşam da her çarşamba olduğu gibi ofisten çıkıp metroya yürüdüm. Havanın bir nevi sıcak
olması okulu biraz daha gidilebilir kılıyor. Tabii ki sadece “gitmek” eylemini. Yoksa kim ister ki
havanın aydınlık yüzünü daha çok gösterdiği günlerde bir sınıfa tıkılıp bir
şeyler dinlemek zorunda olmayı.
Asıl anlatmak
istediğim ise bu değil, elbet.
Metroya yürüdüm. (Metrodan
hoşlanmadığımı itiraf etmek zorundayım biraz sonra yazacaklarıma ithafen.) Dıı-rı. Turnikeden geçtim. Yürüyen merdivenleri
beklemeden indim. Her zamanki gibi en son vagona
bindim. Her zamanki gibi kapıya yakın olan tarafta durdum. Vagonun diğer
ucunda bir adam bir şeyler söylemeye başladı. Ne dediğini biz, adama göre diğer
uçtakiler, duyamıyorduk; ama sesinde birilerine bir şeyleri izah etmeye çalışan
bir ton vardı. Sokaklarda bildiri dağıtanların ses tonunu duymaya çalışın. Heh
işte, öyle. Dediğim gibi, ne dediğini duyamadım. Duymayı isterdim, ama buna hem
insanların kendi aralarında konuşmasının yarattığı gürültü ve metronun o iğrenç
uğultusu engel oluyordu. Bir de sanki çalışıyormuş gibi havalandırmanın sesi de
buna eklenmişti.
Bizim taraftakiler
– yanımda liseli çocuklar vardı – endişeli bir şekilde “n’oluyor yaa,” demeye başladılar. Bir anda herkesten cevaplarını
bilmedikleri sorular yükseldi ve seslerindeki korku, adamın sesinin aksine,
açık bir şekilde duyulabiliyordu.
“İnsek mi?” “Hiç normal değil bu abi, inelim.” “Bir
cenabetlik var bunda.” “Ne diyor ki?” “Kim bu yaa!”
İtiraf etmeliyim
ki bir an ben de durup düşündüm. “İnmeli
misin Dilara?” Bir süre aklım bu soruyla meşgul oldu. Her 2 dakikada bir.
(Duraklar arası 2 dakika)
“İnmeli misin
Dilara?”
Adamdan korkup
(kendisini göremedik bile) inenler oldu mu bilmiyorum, ama ben kaldım. Şu an bunları
yazabildiğime göre, hiçbir şey olmadığını anlamışsınızdır.
O adam her ne
diyorsa, bir şeyler anlatmaya çalıştığı çok açıktı. Bu sanki bilmediğiniz bir
dilde bir konuşma dinleyip etkilenmeniz gibi bir şey. Etkili bir sesi vardı. Ne anlatıyordun acaba? Fakat, bizler (“millet
olarak” demek istemem ama hani öyle denir ya) gün geçtikçe daha çok
paranoyaklaştığımızı bir kere daha ortaya çıkardık, sanırım. Üzüldüm. İnip inmemekte
kararsız kalanlar, hatta inenler belki de haklıydılar. Haklı olduklarını
düşünmek bile üzdü beni. Güvensizlik ileri boyutlara ulaştığında günlük
hayatında yaptığın aktiviteler bile sekteye uğramaya başlıyor ve belki de
böylece yok oluyorsun yavaş yavaş, yok oluyoruz hep birlikte.
Belki de adam
sadece “Lütfen yürüyen merdivenlerin sol
tarafında beklemeyin,” diyordu. Kim bilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder