Dün o küçük defterle tekrar karşılaşınca fark etti kadın. Neyi
mi? hangi defter mi? Gelin size anlatayım o zaman. Belki de böyle başlarım bu
hikayeyi yazmaya, hatta belki de çoktan yazmalıydım zaten.
İşte, o tanıdığınız kadın uzak diyarlardan döndüğünde hiç
bitmesini istemediği bir rüyadan uyandırılmış gibiydi. Gözlerini sımsıkı
kapatıp geri dönmeye çalışıyordu. İmkansız. İstemeyerek de olsa, uyanıp gününe
başlamak ve “normal” olarak adlandırılan hayatına geri dönmek zorundaydı. Günler
bir şekilde geçiyor ve kadın zaman zaman eline kalemini alıyor, önüne defterini
çekiyor, yazmaya başlıyordu. Bir gece, “Sana bir mektup göndermek istiyorum;
ama ne yazacağım, nasıl yazacağımı bilmiyorum,” dedi. İçinde birçok kelime
vardı aslında kalbinden çıkıp kağıda dökülmeye hazır olan, ama onları yazsa ne
anlardı ki adam? İçinde tanımadığı harfler bile olan kelimeler yığınından başka
ne anlam ifade edebilir ki onun için? Peki, başka bir dilde yazmak ne kadar
açıklayacaktı kadının hissettiklerini? Denedi. Düşündü. O dilde hissetmeye
çalıştı ve sonunda bir sayfa dolusu kelimeyi yan yana getirmeyi başarabildi. Kağıdı
katladı, bir kenara koydu. İşte o küçük defterin ilk sayfasına da ikisine de
yabancı olan bir dilde bir not yazdı. Zarfı kapadı. Adresi hatırladığı
kadarıyla yazıp, çünkü o gece ona söylemişti, hangi gece diye sormayın, belki
sonra anlatırım, mektubu gönderdi. Birkaç hafta sonra mektup geri geldi: “Bulunamayan
adres,” yazıyordu onun dilinde. Kadın yılmadı. Adresi değiştirip tekrar
yolladı. İşte ondan sonra hiçbir haber alamadı ne mektuba ne de deftere dair. Soramadı
da adama. Belki aradan bir yıl geçtikten sonra bir gün kadın, o küçük deftere
rastladı. Almıştı adam. Ulaşmıştı mektup. Mutlu oldu kadın. Sonra dediğim gibi.
Dün tekrar karşılaştı küçük defterle. İçindeki nota baktı. O yazdığı dilde
değildi onun yaşadığı hayat. Kendi dilinde de değildi artık. Başka dilde
yaşıyordu kadın. Çünkü başka dilde seviyordu.
Aşıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder